Hadislere (söylentilere) neden güvenemeyiz?

Hadisler (söylentiler) Kur'an'dan saptırır.

Hadisler (söylentiler) şeytan öğretileridir. Şeytanın Kur’an’ın üzerine oturma yöntemidir. Bu şeytan öğretilerini kısaca tanıyalım;

Hadis (söylenti) nedir?

Hadis Arapça söz demektir. Türkçesi söylentidir. Türkçe sözlüğe göre söylenti ‘ağızdan ağıza dolaşan, kesinlik kazanmayan haber; rivayet’ olarak tanımlanır. 

Muhammed peygamberimizin hayatında yaşamış olduğu olaylara tanık olan kimselerin bu olaylarla ilgili alt nesillere aktardıkları söylentilerdir. Aktarma işlemi ağızdan ağıza olmaktadır, kulaktan kulağa olmaktadır. Aktarılan bu söylentiye rivayet denir. Rivayeti yani söylentiyi aktaran kişiye ise râvi denir.

Râviler şu şekilde olabilir; 

Tanık râvi:

Hadisin/söylentinin ilk râvisi olmaktadır. Bu kimse Muhammed peygamberin yapmış olduğu bir harekete veya söze tanık olduğu iddia edilen kimsedir.

Duyan râvi:

Olaya tanık olmadığı halde söylenen bir söylentiyi babasından ya da yakın akrabasından duymuş olan kimsedir. Dikkat; bu kimse olaya tanık değildir. Duyduğu bir söylenti üzerinden bir söylenti söylemektedir.

Örnek;

Vâkıd İbn Muhammed bir gün babasının şöyle dediğini duymuştur: İbn Ömer dedi ki: Allah’ın elçisi (s.a.v.) şöyle buyurdular: Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim O’nun elçisi olduğuma tanıklık edinceye kadar insanlarla savaşmak bana emredildi.

Açarsak; Muhammed isimli birinin oğlu olan Vâkıd isimli birisi bu söylentiyi söylüyor.

Vâkıd’ın babası olan Muhammed isimli kişi İbn Ömer’in Muhammed peygamberin ‘Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim O’nun elçisi olduğuma tanıklık edinceye kadar insanlarla savaşmak bana emredildi.” demiş olduğunu duymuş.  Duyduğu söylentiyi o da oğlu olan Vâkıd’a söylemiş. Vâkıd da babasından duyduğu söylentiyi söylemiş.

Toplayan râvi:

Bu kimseler de peygamberle ilgili söylenti duyduğunu iddia eden kimselere gidip bu kimseden duymuş olduğu söylentileri dinleyip bir araya getiren kimselerdir.

Paylaşan râvi:

Bir söylenti duyan bir râviden aldığı söylentiyi başka kimselerle paylaşan kimselerdir.

Dağıtan râvi:

Duyduğu bir söylentiyi toplayıcı râvilere söyleyen kimsedir.

Muhammed peygamber vefat ettikten yaklaşık 200 yıl sonra söylenti toplayıcıları peygamberimizle ilgili söylentileri toplamaya karar verdiler. Söylenti aramak için yollara düştüler. Bir söylenti duyduğunu iddia eden insanlarla uzun uzun konuştular. Söylentiyi kimden duyduğunu, duyduğu kimsenin de kimden duyduğunu sorarak Muhammed peygambere kadar yani yaklaşık 200 yıl kadar geriye gittiler. Bir söylentinin kimlerden aktarıldığını yazdılar. Buna râvi zinciri dediler. Râvilerin güvenilir olduğunu anlamak için kendilerine göre bazı testler yaptılar. Güvenilmeyen râvilerden söylenti almadılar. Ancak güvendikleri râvilerden söylentileri kitaplarına aldılar. Ne hikmettir ki 100 yıl önce ölmüş ve mezarda olan râvi zincirindeki bir adamın güvenilir olduğunu nasıl anladılar kimse bilemiyor.

Bu söylentileri toplayan söylenti alimleri topladıkları söylentileri kitaplaştırdılar. Bu kitapların en kabul görenleri Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Nesai, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn Mace’dir. Bu söylenti/hadis alimlerinin Kur’an’ın inmesinin tamamlanmasından (MS 633) yaklaşık 170 yıl sonra doğdukları rahatlıkla görülebilir. Yaklaşık 200 yıl sonra da söylenti toplamaya başlamış olmalılar.

  • İmam-ı Buhari (MS 810-870)
  • İmam-ı Müslim (MS 821-875)
  • İmam-ı İbni Mace (MS 824-886)
  • İmam-ı Tirmizi (MS 824-892)
  • İmam-ı Ebu Davud (MS 817-889)

Bu söylenti kitapları detaylı incelendiğinde görülür ki bu kitaplardaki tek bir söylentiye bile asla tam olarak güvenilemez. Mümkün değildir. Çünkü adı üzerinde insanın ürettiği, kulaktan kulağa gelen söylentidir, hadistir, rivayettir, duyumdur.

Bilimsel verilerle sabittir ki insan hafızasına asla tam olarak güvenilemez. Özellikle işitme hafızası görme hafızasına göre çok daha zayıftır. Duyulan bir söylentinin on yıllar sonra başka nesillere tek kelimesinin bile değişmeden aktarılması asla mümkün değildir.

Mümkün olamadığını bir söylenti örneğinden zaten delillerle göreceğiz inşAllah.

Bir söylenti vardır ki bu söylenti 6 koldan nakledilmiştir. Muhammed peygamber vefatından önce bir söz söylemiş. Bu sözü 6 farklı râvi duymuş ve başka kimselere söylemiş. Ebu Ubeyde, Ali b. Ebu Talib, Ümmü Seleme, Cabir b. Abdullah, Ömer b. Hattab ve Abdullah b. Abbas olarak 6 koldan gelmiştir. Bu 6 kişi bu söylentiyi nesilden nesile aktarmış ve 200 yıl sonra ortaya çıkan bir söylenti alimi bu söylentiyi duymuş, araştırmış ve kitabına almış.

Çok detaya girmemek için sadece 2 koldan gelen söylentiyi inceleyelim.

1. kol Ebu Ubeyde'den gelen söylenti; 2. kol ise Ali b. Ebu Talib'den gelen söylenti.

Aşağıdaki resimde Ebu Ubeyde'den gelen söylenti zinciri verilmiştir.

ebu ubeybe

Aşağıdaki resimde ise aynı söylentinin Ali b. Ebu Talib'den gelen söylenti zinciri verilmiştir.

ali

Hemen görülür ki bu söylenti kitaba girinceye kadar çok sayıda râvi zincirinden geçmiştir. Bu râvilerin her birinin arasının baba-oğul gibi farklı olduğuna lütfen dikkat edin. Bir sözü kulaktan kulağa oyunu gibi 5-6 kişinin arasında aynı zamanda bile aktarılması tam olarak mümkün değilken 200 yıl içinde nasıl bir doğru aktarma beklenebilir ki?

Zaten de olmamıştır. Aşağıdaki tabloda bu söylentinin farklı versiyonlarının oluştuğunu hemen görebilirsiniz.

Ebu Ubeyde'den (r.a.) gelen rivayetler: Hz. Peygamber'in son söyledikleri şunlardı: "Yahudileri Hicaz’dan, Necranlıları Arap Yarımadası’ndan çıkartın."
Ali b. Ebu Talib'den (r.a.) gelen rivayetler: "Ey Ali! Benden sonra şayet idareci olacak olursan, Necranlıları Arap Yarımadası’ndan çıkart."
Ümmü Seleme'den (r.a.) gelen rivayetler: Yahudileri Arap Yarımadası’ndan çıkarın."
Cabir b. Abdullah'dan (r.a.) gelen rivayetler: Müşrikleri Arap Yarımadası’ndan çıkaracağım”
Ömer b. Hattab'dan (r.a.) gelen rivayetler: Yahudileri ve Hıristiyanları Arap Yarımadası’ndan çıkaracağım ve orada Müslümanlardan başkasını bırakmayacağım”
Abdullah b. Abbas'dan (r.a.) gelen rivayetler: Hz. Peygamber vefatı esnasında üç şey vasiyet etti. Bunlardan biri de "Müşrikleri Arap Yarımadası’ndan çıkarın." idi.

Hemen dikkat çeker ki bu söylentiye güvenerek herhangi bir işlem asla yapılamaz. Yahudileri mi çıkaracağız; Hristiyanları mı? Yoksa her ikisini de mi? Yoksa müşrikleri mi? Nereden çıkaracağız? Hicazdan mı? Yoksa Arap yarımadasından mı? Yoksa hepsini her yerden mi çıkaracağız?

Ey ehli sünnete gönül vermiş saf kardeşim. Dinini neyin üzerine kurduğunun farkında mısın? İşte bu söylentilerden oluşan kitapları özetleyerek mezhep oluşturmuş olan kimselere tabi oluyorsun. Söylentilere tabi oluyorsun. Zanna tabi oluyorsun. Evini deniz kumu üzerine ve demirsiz inşa ediyorsun. En ufak bir sarsıntıda tüm emeklerin yerle bir olacaktır.

Veda hutbesi bile doğru dürüst gelmemiştir;  

Çok sayıda insanın tanık olmuş olması beklenen veda hutbesi bile tam doğru bir şekilde gelmemiştir.

Veda hutbesinin bir cümlesi 3 şekilde söylentiyle gelmiştir.

“Size, sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı…” Müslim Kitap-15 Bab-19 Hadis 1218 İbn Mace Kitap-25 Bab-84 Hadis-3074
"Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah / Kur’an, biri Âl-i Beytim" ( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)
“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve Sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim,1/93).

Samimiyetle Allah’a teslim olmak isteyen birisi hangisi söylentiye göre amel edecek? Büyük ihtimalle ‘sünnetimi’ eklemesini Sünniler yaptı, Âl-i Beytim eklemesini Şiiler yaptı. Konu bu kadar basittir.

Veda hutbesinin bile doğru bir şekilde nakledilememesi hadislerle/söylentilerle din oluşturulamayacağını açık ve net olarak bizlere gösterir.

Kısacası; hadisler/söylentiler asla doğru yola ulaştıramaz. Mutlaka dosdoğru yoldan saptırır.

Söylentiler Muhammed peygamberimiz hayattayken asla yazılmadı;

Çoğu insan söylentilerin/hadislerin Muhammed peygamber zamanında yazıldığını sanır. Peygamberimizin de bu yazma işlemi için onayı olduğunu düşünür. Ancak gerçek durum bu değildir. Gerçek şu ki peygamberimiz hayatında bir şey yazdırmamıştır. Sadece Kur’an’ı okumuş ve sadece Kur’an’ı deri yazmalara yazdırmıştır.

Söylentilerdeki çelişkiler saymakla bitmez;

Söylenti kitaplarında bir söylenti var ki inanılmaz gerçekten;

Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiği, “Benden Kur’an’dan başka hiçbir şey yazmayınız. Eğer Kur’an’dan başka bir şey yazan varsa onu imha etsin” meâlindeki hadisin (Müsned, III, 12, 21, 39, 56; Müslim, “Zühd”, 72) sahih yani güvenilir olduğu kabul edilmektedir. Adamların güvenilir dediği hadise göre tüm hadis kitaplarının imha edilmesi gerekir. Şaka gibi. Ancak hadisçiler bu hadise de bir kılıf uydurmuşlardır. “Peygamberimiz Kur’an inerken bunu söylemiş; Kur’an indikten sonra hadis yazmaya izin vermiştir. Bunu Kur’an’la hadis karışmasın diye yaptı.” derler. Bu kimseler Kur’an’la hadisi bir tutmuyorlar mı zaten? Hadisleri de vahiy olarak kabul etmiyorlar mı? Hatta bazı hadisler Kur’an ayetlerini yok saymıyor mu?    

Muhammed peygamberimiz öldükten sonra tüm insanlık Müslüman mı oldu?

Elbette hayır! Tüm Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlığa mı geçti topluca? Hayır! Muhammed peygamberimize ve Kur’an’a olan düşmanlıkları her zaman vardı, bu düşmanlık peygamberimiz ölünce de devam etti ve günümüzde de var. Ancak Kur’an’a karşı hiçbir şey yapamıyorlardı. Çünkü Yüce Allah’ın koruması altındaydı. Ne yapabilirlerdi ki Kur’an’ın mesajını gölgeleyebilsinler? Dini yozlaştırmak, peygamberimizi kötü göstermek için peygamberimiz söylemiş gibi sözler uydurmak en mantıklı yaklaşımdı. Çünkü dilediklerini Kur’an’a söyletemiyorlardı. Bu düşüncelerinde şeytanın da büyük rolü olduğunu söylemeden geçmemek gereklidir.

Şeytanın en büyük amacı Yüce Allah’ın tek mesajı olan Kur’an’ı anlamsız, mantıksız, saçma sapan hadislerle/söylentilerle dinlenmez yapmaktır.

Yüce Allah 41:26 ayetinde şu şekilde buyurmaktadır;

Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

Arapça okunuş

Meal

4242|41|26|وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَا تَسْمَعُوا۟ لِهَٰذَا ٱلْقُرْءَانِ وَٱلْغَوْا۟ فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ

Ve kâlellezîne keferû lâ tesmeû li hâzel kur’âni ve lgav fîhi leallekum taglibûn(taglibûne).

Ve dedi kâfirlik etmiş kimseler: “Dinlemeyin/işitmeyin bu Kur'an'ı; ve anlamsız sözler söyleyin onda (Kur’an’da); belki sizler galip gelirsiniz.

(ٱلْغَوْا۟) lgav kelimesi kökü (لغو) mantıksız-anlamsız konuşmak (to talk non-sense), boş konuşmak (to speak null) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 1021 (of 1303)

41:26 ayetinde Yüce Allah Kur’an ayetlerinde bir değişiklik yapamayan kâfirlerin izleyeceği yöntemi bizlere bildirmiştir. Bu kimseler Kur’an’ın anlaşılmasına engel olabilirlerse hedeflerinde başarıya ulaşabileceklerini gayet iyi anlamışlardır. Şeytan da bu emellerinde yardım etmiştir. 

Bu kimseler bazı yöntemlerle Kur’an’ın işitilmesini, dinlenilmesini engelleyecektir. Bu engelleme Kur’an’ın mesajının yanında anlamsız sözler söylemektir. 'fihi' ‘onda (Kur’an’da)’ edatının anlamı düşünüldüğünde bu anlamsız, karışık, çelişkili sözlerin rastgele yapılmayacağı görülür. Bu sözler direkt olarak Kur’an ayetlerini hedef almaktadır. Kur’an ayetlerinin anlamını hedef almaktadır. 

Bu ayeti klasik anlayış şu şekilde anlamıştır; ‘Peygamberimiz döneminde Kur’an okunduğunda inkâr edenler sesle şiirler okuyarak, ıslık çalıp el çırparak, anlamlı anlamsız sözler söyleyerek, gürültü çıkararak, yaygara kopararak peygamberimizin sesini bastırmayı, okuduğu ayetlerin anlaşılmasını engellemeyi istemişlerdir.‘

Oysa Yüce Allah kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanları açıkça uyarmaktadır. Buyurmaktadır ki, Kur’an’ı anlamak için okumaya başladığınızda size Kur’an’ı anlamamanız için Kur’an ayetlerinin anlamını büken, anlamını saptıran, boş şeyler içeren, zan içeren, anlamsız, çelişkili, karmakarışık, Kur’an’ın anlamına ters anlamlar içeren sözler/söylentiler söylenecek ve siz bu sözlere/söylentilere dikkat kesilirseniz Kur’an’ı anlayamayacaksınız. Kur’an’ı anlayamayınca inkâr edenler de galip gelecektir.

İyi niyetli veya kötü niyetli hiçbir önemi yok. Kur’an haricinde din adına çıkarılan hadisler/söylentiler işte bu anlamsız, karışık sözlerdir. Kuru gürültüden başka bir şey değillerdir. Şeytan öğretileridir.

Bu hadisleri yazanlar belki de iyi niyetliydi. Ama iyi niyetli olmak şeytana kanmamış demek değildir. Şeytan Allah’ın dosdoğru yoluna oturmuştur. Çünkü Yüce Allah izin vermiştir.

Şeytan dosdoğru yol olan Kur’an üstüne oturmuştur. 41:26 ayetindeki gibi şeytan insanları iyi niyetli de olsa kandırmış ve Kur’an’ın yanına ciltler dolusu hadisler/söylentiler eklenmesine yardım etmiştir.

Maalesef Müslüman olduğunu düşünen milyarlarca insan da buna kanmaktadır. Ne zaman Kur’an’ı anlamak için açıp okumaya çalışsa karşısına Kur’an’ın sesinde çok bu hadislerin/söylentilerin sesini duyar. Kur’an’ı bir türlü anlayamaz.

Kur’an’ı anlamak için Kur’an dışında hiçbir sese, hiçbir söze kulak vermeyeceğiz.

Sadece Kur’an demeliyiz.

En doğrusunu Allah bilir.